Repliklerle İş Hayatı

İş hayatında işlerimizi yaparken öyle durumlarla karşılaşırız ki aklımıza bir film sahnesindeki replik gelir ve gülmeye veya düşünmeye başlarız. Bu replikler genellikle arkadaş ortamımızda yaptığımız esprilere konu olabiliyor. Aynı espri anlayışına sahip olan arkadaşlarımızla bu replikleri tekrarlarken gülüp eğlenebiliyoruz. Ancak iş hayatında böyle gerçekleşmeyebilir. İş hayatı genellikle daha resmi ortamlar olduğu için bazen bu repliklerden doğan espriler hoş karşılanmayabilir. Bazen de ilgili replik ile eşleştirdiğiniz durum, o repliğe hâkim olmayan kişiler tarafından anlaşılmayabilir. Günümüzde özellikle uzaktan çalışmaların yoğun olduğu firmalarda ekipler arası iletişimin güçlenmesi için iş dışı bir araya gelme ve birlikte anılar biriktirme değerli olmaya başladı. Ekip içi iletişimde samimi ve güven ortamı sağlamak, işlerin yapılmasını daha verimli kılabilir. Bu anlamda katkı yapacağını düşündüğüm bu yazımda, iş hayatında karşılaştığım durumların film, stand-up gösteri ve yaygınlaşmış fenomen videolardan aldığım repliklerle eşleştirmelerini paylaşacağım. Biraz gülelim :)
Durum 1
İlk durumu, özel sektöre ilk adım attığım firmada depo içi toplama algoritmasını geliştirdiğim kodu yöneticimle birlikte değerlendirirken yaşadım. Geliştirdiğimiz kod canlıda (anlık iş emri üretiyor) çalışan bir kod olup, firmanın tüm depolarında nerdeyse her dakika çalışarak ürün toplayıcılarına iş emri üretmektedir. Basitçe ifade etmek gerekirse, toplayıcının arabasında bulunan mağazaların planlanan ürün taleplerini, deponun şu koridoruna git, o koridordaki şu raftan bu üründen x kadar al ve o mağazaların kolilerine ihtiyaçları kadar koy şeklinde karşılamaktadır. Algoritmanın basitçe tarifinden sonra, operasyonel kısıtlar doğrultusunda algoritmanın belli alanlarında değişiklik yapma durumu doğmuştur. Bu değişikliği yaparken algoritmanın genel işleyişini bozmamak yani ölçülen metrikleri güncel durumdan daha da kötüleştirmemek hatta mümkünse iyileştirmek (kaizen felsefesi-sürekli iyileştirmek) temel amaçtır. İlgili kısıdı karşılayacak kodsal geliştirmeler üzerinde epey çalıştıktan sonra bir noktada çok takıldım. Benden daha tecrübeli yöneticimle aşma noktasına geldiğimi anladım. Bir elin nesi var iki elin sesi var… Yöneticimin boş olduğu bir ana toplantı attım ve geliştirmelerimi o toplantıda detaylıca anlattım. Takıldığım noktayı da detaylıca anlattım ve nasıl aşabileceğimi sordum. Oturduk kafa kafaya vererek ilgili noktayı nasıl aşabileceğimiz üzerinde birlikte çalıştık. Kod üzerinde ve algoritmada farklı yöntemler, yaklaşımlar geliştirdik. Ama bir türlü olmuyordu. Öyle yapıyoruz olmuyor, böyle yapıyoruz olmuyor! Bir iki gün sürekli toplantılar yapıyor, kodun ve algoritmanın üzerinde farklı düşünmeye çalışıyorduk. Üzerimizdeki baskıyı da düşünmenizi rica ediyorum. Canlıda çalışan algoritmamız var ama bir türlü bizden istenen operasyonel kısıdı uygulayacağımız algoritmayı hayata geçiremiyorduk. Geciktiğimiz her gün firma ek maliyete katlanıyor, kısıt bir türlü gerçekleşmiyor ve operasyonel ekiplerin iş yükü artıyordu. Birkaç gün sonra çok basit bir hamleyle kodu ve algoritmayı düzenledik ve hem operasyonel kısıdı sağlamış hem de metriklerde (minimum yürüme ve maksimum koli doluluğu) iyileştirme yapmış olduk. Yöneticime dönüp “Bak ne kadar kolaymış. Gördün mü?” dedim. O da “Tabii canım, insan da akıl olduktan sonra…” dedi İkimizin de atıfta bulunduğu film Şabanoğlu Şaban filminde sedye ile taşıma sahnesiydi. Kemal Sunal (Şaban) ve Halit Akçetepe’nin (Ramazan) savaş esnasında vurulan Şener Şen’in (Komutan-Hüsamettin) sedye ile taşıdığı sahne aklımızda canlanmıştı. O sahneyi izleyenler, Şaban ile Ramazan’ın komutanı bir türlü sedyeyle nasıl taşımadığını direkt anladı. Bizim kod ve algoritmadaki geliştirmemiz ona benzerdi. Eminim sizin de iş hayatınızda böyle yaşadığınız durumlar söz konusudur.
Durum 2
Özellikle önceki tecrübelerinizi çok da kullanamayacağınız yeni bir projeye başladığınızda veya yeni bir işe girdiğinizde, sizden doğrudan beklenen işlerin veya projelerin toplantılarına girmeniz beklenir. Burada kastettiğim tecrübe farklılığını şu şekilde açıklamak yerinde olacaktır; lojistik domain bilgisine sahip iken inşaat/bilişim vb. domainlerde iş yapmanız beklendiği durumlar. Kulak dolgusu bilgiye sahip olduğunuz domainde, beklenilen işi yapmanız edineceğiniz domain bilgi birikimiyle doğrudan ilişkilidir. Özellikle ilk katıldığınız bu toplantılardan çıktığınızda, ünlü komedyen Cem Yılmaz’ın Fundamentals bahsettiği dünya toplantısındaki Gana gibi hissedebilirsiniz Dünya ülkelerin katıldığı bir toplantı üzerine değindiği repliği izlemeyenler için tekrarlayım burada: “Fransa konuşuyor. Gana dinliyor. Kenya dinliyor. Gana’ya kimse çevirmiyor. Noluyor yaa!!. Kenya! Kenya! Noluyor? Dünya’da noluyor? diyor Gana :) ”. Görüldüğü üzere, bazen hepimiz iş hayatında Gana durumuna düşebiliriz. Bir iş arkadaşımızdan veya yöneticimizden, projede neler oluyor diye öğrenmek durumunda kalabiliriz.
Bazen de girdiğimiz bu toplantılarda, sizin bilgi birikiminizin diğer projeye katılan bireylerle aynı seviyelerde olduğunu düşünen bir katılımcı, size o ana kadarki bilgi birikiminizle cevaplayamayacağınız bir soru yöneltebilir. Bu durumda da Hababam Sınıfı filminde bir sahne aklıma geliyor. Meşhur bilgi yarışması sahnesi vardır. Tarık Akan (Ferit), Halit Akçatepe (Güdük Necmi) ve Kemal Sunal’ın (İnek Şaban) katıldığı yarışma. Kopya çekerek cevap verdikleri yarışmada, kopya çektikleri aletin bozulmasıyla saçmaladıkları sahne. Bu sahne içindeki şu replik bu durumu net olarak özetliyor olsa gerek. “Zaire cumhurbaşkanı kimdir? Ne yüzüme bakıyorsunuz ulan, Zaire’nin cumhurbaşkanı ben miyim?”. Yöneltilen o soruya gönül böyle cevap vermek istiyor :)
Durum 3
Yapacağınız işlere, ödevlere, projelere başlamadan önce ilgili konularda ufak tefek araştırma yapabilirsiniz. Aslında bu araştırmanın temelinde, bilgi eksikliklerimizi tamamlamak, farklı yaklaşımlar/modeller/uygulamalar görmek veya ilgili konuya karşı özel bir ilgimiz olması yatabilir. Bu durumda araştırma yapacak kişiler, kendilerinde ilgilendikleri problemlere hipotezler veya sorular üretir ve bunları sınar ya da bunlara cevap arar. Tam bu noktada, Ali Atay’ın yönetmenliğini üstlendiği Cinayet Süsü filmindeki Feyyaz Yiğit’in (Dizdar) cinayeti çözmeye başlamadan önce cevaplanması gereken 13 soruyu saydığı sahne aklıma geliyor. “Kaçta, hangi, ne ile, niçin, nolmuş, kimi, nerede, nasıl, ne zaman, kimden, neyi, ne belli, neye, kim :) ”. Sanki 14 soru… Tam anlamıyla kendimizi bazen bu soruların içinde bulabiliyoruz.
Bir proje veya konu üzerinde çok yoğun bir şekilde çalıştığınızı varsayın. Elinizden geleni yapıyorsunuz, ekstra zamanlar ayırıyorsunuz, yeri geliyor özel hayatınızdan da vakit ayıyorsunuz. Yeni yöntemler öğrenip deniyorsunuz, yeni yaklaşımlar geliştiriyorsunuz, farklı kişilerden fikirler alıyorsunuz. Yaptığınız onca şeyden sonra, uğraştığınız problemi beklenilen tatminde bir türlü çözemiyor olabilirsiniz. Bu durumda, ilgili problem aslında sizi yerden yere vuruyor ve istenilen çözümü elde edemiyorsunuz. Karşılaşılan bu durumu, Ölümlü Dünya filmindeki Feyyaz Yiğit’in (Serbest) dayak yediği sahne sonrasındaki ekip üyelerine serzenişine benzetiyorum. “…Boğdu, boğdu. Duvara attı…” :) . İlgili problem de bazen çözücülerine böyle davranabiliyor.
Durum 4
Durum 2’de anlattığım şekilde bir projeye dahil edildiğinizi düşünün. Pek bir şey bilmeden proje toplantılarına giriyorsunuz, bir yandan domain öğrenirken bir yandan da tarif edilen problemi anlamaya çalışıyorsunuz ve onun hakkında çözüm yöntemleri araştırıyorsunuz. Kendinizde probleme ait hipotezler ve sorular oluşturuyorsunuz, verileri inceliyorsunuz, çözüm denemeleri yapıyorsunuz. Tam bu aşamalarla uğraşırken, bazen proje ekibindeki problem sahipleri, sorunun çok kısa sürede çözülmesini talep edebiliyor. Siz daha yeni yeni konuyu anlamlandırmaya çalışırken, onlardan gelen böyle bir talep. Tabii ki haklı talep, kısa sürede işin çözülmesi firma ve ekip için önemli. Ben genellikle bu durumu, yine Ölümlü Dünya filminde asansör sahnesine benzetiyorum. Feyyaz Yiğit’in (Serbest) “daha ikinci kata gelemedik” repliği, daha konuyu yeni kavrıyoruz demeye geliyor :) Bilindiği üzere, problemi ve kısıtları net bir şekilde anlamak ve onlara uygun verileri kaliteli bir şekilde hazırlamak en zor kısım, çözüm ise çok daha basit kısımdır.
Kimi zaman bir projeye başlarsınız, ancak projedeki istenilen çıktı tam olarak net olmayabilir. Açıkçası, proje başladıktan sonra çıkan bir regülasyon, operasyonel alınan kararlar projenin yönünü, kapsamını değiştirir. Yapılan onca hazırlık boşa gitmiş olabilir. Yani projeye başladığınız zamanda gitmeyi hedeflediğiniz yerden çok farklı yerlere gitmiş olabilirsiniz. Bu durumda da aklıma Hababam Sınıfı Uyanıyor filminde Sıfırcı Hafize’nin olduğu sahne aklıma geliyor. Repliği hatırlayalım: “Kaldırın kitapları. Kaldırın defterleri. Kalem çıkarın. Kâğıt çıkarın. SÖZLÜ yapacağım :) ”. Kemal Sunal’ın dediği gibi “yazılı olarak başladı sözlüye karar verdi”. Eminim iş hayatınızla veya özel hayatınızda yazılı gibi başlayıp sözlüyle biten pek çok durum karşınıza çıkmıştır.
Farklı kültürlerde farklı kişiliklerde yukarıda özetlemiş olduğum durumlar farklılık gösterebilir. Kimisi için hiçbir anlam ifade etmezken bazıları için değerli olabilir. Bu replikleri gündelik rutinlerimize uygulamak, onları daha çekici hale getirebilir. Hatta bulunduğunuz ortamdaki iletişimi güçlendirebilir. Güven ve samimi bir ortam sağlayabilir. Bu replikleri, nerede ne zaman kullanmak konusu da oldukça mühim. Hiç yakışı olmayan yerlerde kullanmak iyi sonuçlar doğurmayabilir. Dikkatli olmada fayda var. Sadece hep birlikte gülelim diye bu yazıyı kaleme aldım. Son olarak, yazının kapsamına alınan durumlar benim yıllar boyu gözlemlerimden ortaya çıkan durumlar olup, kişilerce bu durumlar ve replikler genişletilebilir. Özellikle arkadaş ortamlarında bu replikler daha da çoğaltılabilir.